29 Ekim 2013 Salı

Bu gün, en büyük bayram..




İçeride ve dışarıdaki düşmanlarla mücadele etmek kolay değildi. Bir hayaldi, ulaşılması çok ama çok zor bir hayal..
Henüz 42 yaşında olan o büyük lider, o büyük komutan, o büyük dahi, o büyük devrimci, o büyük aydın insan, bu hayali gerçekleştirerek bize büyük bir armağan verdi.
İsteseydi saltanatı devam ettirebilirdi, bunu yapmadı!
İsteseydi bu ülkeyi yoktan var edecek büyük atılımlara kafa yormak yerine keyfine bakabilirdi, yapmadı!
Vatandaşların hepsi eşit haklara sahip olsun istedi, kadınlar da seçme ve seçilme hakkına sahip olsun istedi, medeni dünyadan uzak olmayan bir ülke olsun istedi.. Bu ülkenin kendi bilim insanları, kendi aydınları olsun istedi.. Asker kökenli bir lider olmasına rağmen, eğitim, kültür ve sanata aşırı önem verdi. Çünkü O, çağının çok çok ötesinde düşünebilen çok yönlü bir insandı..
Hayatı boyunca düşmanlarının bile hayran olduğu olağanüstü yeniliklere imza attı..
O bizim için çok büyük bir şanstı..
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, bize armağan ettiği cumhuriyetin 90. yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyorum..
Değerini hep bileceğiz, değerlerini yaşatacağız..
Bayram
1970'li yıllardan bir bayram fotoğrafı..

vatan sevgisi
vatan menfaatten üstündür




Devamını Oku

28 Ekim 2013 Pazartesi

Hala yarışma bitmiş sayılmaz

Evet Bumerang'ın blog yarışması tüm hızıyla ve heyecanıyla devam ediyor. Biraz önce şimdiye kadar en çok oyu alan ilk 50 bloğu açıkladılar ve Evdeyazar, en çok oyu alan ilk 50 bloğun içinde maalesef yok ..
Ama oylama işlemi 11 Kasım'a kadar devam ediyor. 
Sevgili takipçilerim, oy vermediyseniz hala verebilirsiniz..

Son güne kadar yarışma heyecanından kopmak istemiyorum, şimdiden teşekkürler:)


Bumerang Ödülleri Oy Ver!
Devamını Oku

25 Ekim 2013 Cuma

Finansbank’tan Bilinçli Harcama Hareketi

Finansbank, ilk defa kredi kartı sahibi olacaklar için bir ilki gerçekleştiriyor.

Daha önce kredi kartı olmayıp ilk defa kart alacaklara, bilinçli harcama alışkanlığı kazandırmak için Yılmaz Vural ile “İlk Kartım” programında bir araya geliyor.


Farklı hedef kitlelere hitap eden pek çok kartı olan Finansbank, müşterilerinin bilinçli harcamalar yapmasına verdiği önemi “İlk Kartım” programı ile gösteriyor. “İlk Kartım” programı kapsamında, limit kısıtlamadan hatırlatma servislerine, İnternet Bankacılığı ve ATM gibi hızlı kanallardan anında hesap bilgisi öğrenmeye kadar pek çok özelliği kullanıcılarına bilinçli harcamayı öğretmek için kullanıyor.

Peki kredi kartı sahiplerini “İlk Kartım” bilinçli harcama hareketinde neler bekliyor?

BORÇLARI ARTMASIN DİYE LİMİT KISITLAMA

Kredi kartını alan kullanıcıların bilinçli harcamayı öğrenmeleri için ilk7 ay limitleri kısıtlanıyor. Bunun nedeni, kart sahiplerini borçlarını aniden artıracak hareketlerden korumak. Kart kullanımını düzenleyen ve harcamalarını bütçelerine göre yapan kullanıcıların limitleri açılıyor. Kartlarını diledikleri gibi kullanma imkanı veriliyor.

ÖDEMELERİNİ UNUTMASINLAR DİYE HATIRLATMA SERVİSLERİ

Finansbank “İlk Kartım” platformunun en önemli servisleri arasında, hatırlatma servisi yer alıyor. Kart sahiplerine borçları ve ödeme zamanları hatırlatılarak, gecikme nedeniyle artan borç yükünü ortadan kaldırmak hedefleniyor.

Kart sahipleri, harcamalarını kontrol etmek için kendilerine üst limit belirliyor. Farkında olmadan bu üst limit aşıldığında, hatırlatma servisleri tarafından uyarı yapılıyor.

BİLİNÇLİ ALIŞVERİŞ İÇİN LİMİT SORGULAMA

“İlk Kartım” programı, bütçe planlamasını da kolaylaştırıyor. Anında limit sorgulama özelliği ile tüm kart sahipleri, limitlerini SMS atarak hızla öğrenebiliyor. Bu da onları daha bilinçli harcama yapma konusunda teşvik ediyor.

İŞLEMLERİNDE HIZ KAZANMALARI İÇİN HIZLI BANKACILIK

Bilinçli harcama alışkanlığı kazandırmak için yaratılan “İlk Kartım” programı, kart sahiplerini hızlı bankacılık işlemleriyle tanıştırıyor. İnternet Bankacılığı, ATM ve Telefon Bankacılığı gibi hızlı bankacılık işlemleri, tüm kart sahiplerinin bankacılık işlemlerinde hızlanmasını sağlıyor.

Program boyunca bilinçli harcamayı ve ödemelerini düzenlemeyi öğrenen kart sahiplerinin limitleri ve kart özellikleri zaman içinde artıyor. Böylece kart sahiplerinin kredibiliteleri de yükseliyor.

Kredi kartı kullanımını daha bilinçli hale getirmeyi hedefleyen “İlk Kartım” programı, bilinçli kullanıldığında kredi kartının büyük kolaylık sağladığını ve bütçeleri rahatlattığını anlatmak için oluşturulmuş başarılı bir sosyal sorumluluk projesi. Bu proje boyunca, kart sahiplerini rahatlatacak bilinçli harcama hareketi “İlk Kartım” Finansbank’tan, bilinçli harcama taktikleri Yılmaz Hoca’dan.

Program hakkında detaylı bilgi sahibi olmak ve başvuruda bulunmak için tıklayın;

www.ilkkartim.com.tr

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

Evden çalışmak kulağa hoş geliyor, ama...

Uzunca bir süredir home-office, yani evden çalışan biri olarak bu çalışma yöntemini anlatabilecek yeterince deneyime sahip oldum. Gelin, evden çalışırken neler oluyor bir göz atalım..
                                    Evden çalışmanın en güzel yanı, patronların olmayışıdır!
                             
patron yok!
 Aslında bizler tembel insanlar değiliz, çalışmayı sevmeyenimiz az. En azından ben, kendi adıma bu kategoride olduğumu söyleyebilirim. Bizleri çalışmaktan soğutan en önemli unsur, bence kendini bilmez patronlar, patronlardan daha da bıktırıcı olan kişiliksiz yöneticiler ve elbette ki çekilmez iş arkadaşları...Beni onlar bezdirdi bu güne kadar..  Bakınız bu yazı ..  
Evden çalıştığınızda, yüzlerini her gün görmek, kaprislerine katlanmak zorunda kaldığınız bu tiplerin hiç biri olmuyor.. Bir tek bu avantajı için bile evden çalışma yöntemi tercih edilebilir bence..

 İstediğiniz yerde çalışabilirsiniz!
Home-office yapılan işler, genelde  benim yaptığım gibi makale yazmak, içerik yöneticiliği yapmak, çeviri yapmak, e-ticaretle, affiliate marketing ile  ilgilenmek şeklinde bilgisayarla  ve internetle yapılabilen işler olduğu için, özellikle yaz günlerinde açık havalarda, parklarda, bahçelerde de çalışmanız mümkün olabiliyor. Yaşasın bedava  wi-fi bağlantıları! Çoğunuz havasız, camsız ofislere tıkılmak zorundayken, freelance çalışanlar, bol oksijen alabiliyorlar. Ama biraz sonra anlatacağım gibi bu pek de kolay olmayabiliyor bazen..
freelancer hayat
Bakınız, adamımız jakuziden ofis yapmış kendisine! Bir ofiste olması gereken her şey ve hatta daha fazlası mevcut yanında.. Bu da bir çalışma tarzı gördüğünüz gibi.. Home-office çalışmak için ille de kendi işiniz olması gerekmiyor ayrıca.. Call-center temsilcileri,  grafikerler, bilgisayar mühendisleri, mimarlar, tercümanlar, organizatörler, pazarlamacılar da bir şirkete bağlı ama özgürce çalışabiliyorlar artık.. Bu çalışma tarzı her geçen gün yaygınlaşıyor.. Ofis giderleri azaldığı için patronlar memnun, çalışanlar da patronları görmediği için memnun.. Aslında herkes memnun..

Home-office 7/24 full time iş!!
evden-calisinca-zaman-durur
Şimdiye kadar güzel taraflarından bahsettik, ama maalesef her şey öyle güllük gülistanlık da olmuyor evden çalışınca.. Zamanınızı iyi değerlendiremezseniz, bu zavallı gibi günde 15-16 saat çalışırken, hatta işinizin başında uyuklarken kendinizi bulmanız işten bile değildir. Çalıştığınız müşterilerinize, ya da şirketlere sizin de normal insanlar gibi mesai saatleriniz olduğunu iyi anlatmanız lazım. Kendi prensiplerinizi baştan belirleyip, bu prensiplere öncelikle kendiniz uyacaksınız ki, onlar da sizi anlayışla karşılayabilsinler. Bu işlere ilk başladığımda gece dörtlere kadar çalışıyordum, müşterim de gecenin 23:00'ünde mail atıyor, işi bir iki saat içinde yetiştirmemi rica ediyordu.Tabii ki kendisini kırmıyordum, zaten tek müşterim vardı! Bu böyle bir kaç ay devam etti, işlerde deneyim de kazanmaya başlayınca kuralları koyan ben olmaya başladım. Acil işleri geri çevirdim, kapasitemi zorlamaktan vaz geçtim.. Özgür olmak için home-office çalışmayı tercih edip, çok daha uzun süreler çalışmanın içinde kendinizi bulmak istemiyorsanız, bu konuya özen göstermeniz şart! Ben bu konuda kendimi iyi disipline ettim diyebilirim. Sabah erkenden kalkıyorum, kahvaltımı yapıp işlere başlıyorum. Gerçi öğle yemeği molası verdiğim pek söylenemez ama, gün içinde en geç 18:00'de işi bırakıp paydos ediyorum..



home-office calisirken yalnizsiniz!
 Fabrikalarda çalıştığım dönemlerde bilgi-işlem departmanında çalışan, genelde ukala, kendini bilgisayar dahisi olarak gören, yaşları ne olursa olsun ergen kişilikli olduklarını düşündüğüm tiplerden nefret ederdim.. Bin bir yalvarmayla sorunları çözerlerdi. İtiraf edeyim, home-office çalışmaya başlayınca zaman zaman “keşke olsalardı” dediğim oldu.. 
Home-office çalışırken bir sorunla karşılaşınca yardım alabileceğiniz kimse olmuyor maalesef. Ama zaman içinde bu sorunları da aşmayı öğreniyorsunuz. Sanal dünyada, yüzünü hiç görmediğiniz yardımsever insanlarla tanışıyorsunuz, karşılıksız yardımlaşmanın güzelliğini yaşıyorsunuz.. Bir çok teknik konuda ister istemez bilgi sahibi olmaya başlıyorsunuz.. Aslında sabırlı iseniz, bu sorun size zaman içinde avantaj olarak geri dönebiliyor. 
evden calisan pejmurde kisi

 Home-office çalışırken kendinize özen göstermez, dağılırsınız!
İşte benim yaşadığım en büyük sorun bu! Sabah pijamalarla oturuyorum bilgisayarın karşısına, akşam üzeri markete gideceksem değiştiriyorum ancak üzerimi.. Gerçi avantajı yok mu? Var elbette.. "Bugün  ne giysem acaba?" derdiniz yok.. Makyaj yapmak ya da traş olmak zorunda değilsiniz.  Acayip de ekonomik oluyorsunuz elbette.. Bir kadınsanız, örneğin eskiden on günde bir manikür yaptırırken, ayda bire indiriyorsunuz bu döngüyü.  Sokağa pek çıkmadığınız için yeni bir mont, yeni bir bot almak zorunda kalmıyorsunuz mesela.. Ama işte aynaya bakınca bütün bu büyü bozuluyor! Kendinizi öyle bakımsız, dağınık, özensiz görünce "yahu ofiste mi çalışsaydım!" çelişkisine düşüyorsunuz ister istemez.. Yani evden çalışmak için  öz disiplin şart! 
     
anti-sosyal olabilirsiniz!
  Home-office çalışırken anti-sosyal olma tehlikesine dikkat!

   Öncelikle çevrenize işsiz olmadığınızı, evde çalıştığınızı anlatmanız epey bir zaman alır. İlk başlarda tam da işinize yoğunlaştığınız zamanlarda sizi ararlar:
"Hadi gel dışarı çıkalım, hava güzel.. Nasılsa çalışmıyorsun" derler mesela.. İşinizin olduğunu, çalışmanız gerektiğini anlamaları epey bir zaman alırken, siz de bu duruma ister istemez sinir olursunuz.. Siz bu tür teklifleri reddettikçe zaman içinde arkadaşlarınız da bu durumu kanıksarlar ve sizi aramamaya başlarlar.. İlk aylarda özellikle eski iş arkadaşlarınızı görmek istemediğiniz için bu sakinlik size de iyi gelir. Bir kaç ay daha geçince, bu sefer siz aramaya başlarsınız, onlar "Şimdi telefonu kapatmam lazım, müşteri geldi, çok işim var" falan demeye başlarlar.  Derken derken bir de bakmışsınız ki kimseyle görüşmez olmuşsunuz! Hayatınızda artık "cuma gecesi iş çıkışında bir yerlere gidelim" gibi  spontan teklifler yer almamaya başlar.. Arkadaşlarınız, "Nasılsa üşenir ve gelmez" diye sizi aramazlar, arasalar da cidden üşenirsiniz. Zaman içinde bakkal, manav haricinde hiç bir yere gitmez olursunuz.. İşte bu nokta, tehlike çanlarının çalmaya başlayacağının göstergesidir.. Kalabalıklar her zaman iyi değildir ama insanlara da ihtiyacımız var nihayetinde.. Dedim ya, denge ve öz disiplin olmadan evde çalışmak zordur!                                                       

evden para kazanmak
Evden para kazanmak kolay değil!

Bu kadar zor yanları olduğunun farkına varmayanlar veya başka çaresi olmayanlar, zannediyorlar ki evde para kazanmak kolay iş! Kimse pembe hayaller kurmasın bence, hiç de öyle kolay değil bu işler. Evde bir şirketin elemanı olarak çalışıyorsanız, evet düzenli bir işiniz ve geliriniz olabilir. Ama evden kendi işinizi yapacaksanız, cidden çok fazla emek sarf etmeniz gerekiyor.
Öncelikle  evden yürütebileceğiniz bir mesleğiniz veya yeteneğinizin olması lazım. Yıllarca mühendislik yapmış ve bunun haricinde ne yapacağını bilmeyen biri olarak, aylarca internetten evde nasıl para kazanılacağını araştırdım ve sonunda "yazmak" gibi bir yeteneğim olduğunu fark ederek bu işlere soyundum. 

Aslında burada söylemek istediğim şey, "herkes nasıl yapıyorsa ben de yaparım" diyenlerin çoğunun kendilerini ve yeteneklerini iyi tanımamaları..

Daha önce de söylediğim gibi bir çok mailler alıyorum,"Sizin gibi ben de yazarak kazanmak istiyorum" diyenlerden.. Ama bazılarının yazdıkları iki satır e-posta bile, yazma konusunda ne kadar yeteneksiz olduklarını, basit dil bilgisi kurallarını bile bilmediklerini  gösterebiliyor. Üzülüyorum da aslında, ama yapacak bir şey yok elbette.. Herkes bir şekilde para kazanmak istiyor çünkü.. Ama dediğim gibi bir işe başlamadan önce o işte ne kadar yetkin olduğunuzu rasyonel bir bakış açısıyla test etmeniz lazım. Balıklama atlarsanız bir işe, hem hayallerinize, hem çabalarınıza, hem de zamanınıza cidden yazık olur! 
Her neyse konuyu dağıtmadan söylemeliyim ki, home-office çalışırken, işi kaytarma özgürlüğünüz olmadığını bilmeniz gerekir. Yani "çok kar yağdı, yollar kapandı" gerekçesiyle ofise gitmediğinizde maaşınız çalışır ama, evden yaptığınız işleri zamanında teslim edemezseniz para kazanamazsınız!
Evde çalışırken, hastalanıp rapor alma lüksünüz de olmaz.. Eğer sosyal güvenceniz yoksa, kenarda köşede paranız da yoksa;  sağlık sorunlarıyla karşılaştığınızda evden çalıştığınız için pişman olabilirsiniz. 
"Yazmak, çizmek, tasarlamak, tercüme etmek"  gibi bir yeteneğinizle para kazanmayı hedefliyorsanız, kendinizi müşterilerinize kanıtlayana kadar geçen sürede işiniz sürekli olmayabilir, kazandığınız paralar da emeklerinizin karşılığı olmayabilir. Zaten öncelikle müşteri bulmak için iş ilanlarını kovalamak zorundasınız. Kendinizi tanıtmanız lazım, bir yerlere başvurmanız lazım.. Pes etmemeniz lazım.. 
 Yani her işe başlarken nasıl ki çaba ve sabır gerekiyorsa, bu işlerde de aynı durum söz konusu.. Başlarda karşı tarafın isteklerine boyun eğmek zorunda kalacağınızı, kendinizi kanıtlayana kadar çok fazla özveride bulunacağınızı kabullenmeniz şart! Aylarca dürüst, güvenilir bir müşteri bulamayacağınızı da bilerek başlamalısınız bu işlere..

Sonuç olarak demeliyim ki, sabırlı ve çalışkansanız, yeteneğinize ve öz disiplininize güveniyorsanız, başarmamanız için hiç bir sebep yok aslında..

Bu uzunca yazıdan sonra merak ediyorum, home-office çalışmaya başlayacak mısınız?

Herkesin mutlu olacağı işlerde çalışması dileğiyle, sevgiyle kalın..





Devamını Oku

24 Ekim 2013 Perşembe

Sektör bitiyor, sayın bakan mutlu mu acaba?

Uzunca bir süredir mesleğimi bir kenara attım. Halbuki ne yüksek puanlarla girmiştik Ege Tekstil'e zamanında.. Tıpla neredeyse eşitti tekstil mühendisliğinin puanı, mezun olunca ne de çok paralar kazanmıştık.. Tekstili öve öve bitiremiyorlardı bir zamanlar.. Lokomotif sektör diyorlardı, ihracat şampiyonu sektör diyorlardı, milyonlarca insanın istihdam edildiği sektör diyorlardı!
tekstil-bitti
"Çin'e uygulanan kotalar kalkacak, bir şeyler yapılması lazım!" diye 2005 yılında kısık da olsa sesler yükselmeye başladı ama kimse kılını kıpırdatmadı maalesef.. Hatta ne oldu biliyor musunuz, sektörün dışında olduğunuz için belki de bilmiyorsunuzdur.. Gazetede haberi okuyunca başımdan aşağıya kaynar suların döküldüğü o ânı  ben çok iyi hatırlıyorum..
Evet, belki inanamayacaksınız ama, bu ülkenin maliye bakanı,

Bırakalım da ucuz iş gücü olan tekstili de Çin'liler yapsın” dedi.. 

Evet, aynen bu cümleyi kullandı; Google araştırması yapabilirsiniz isterseniz. Yıllardan 2007 falandı yanlış hatırlamıyorsam. Bu cümle öylesine sarsmıştı ki beni, hiç unutamıyorum gerçekten de.. O bakan, hâla  aynı koltukta oturuyor ve yılların ihracatçısı bir çok fabrika batmaya devam ediyor ne yazık ki..  
tekstil-bitti

 Bu sözlerin söylenişinden çok değil kısa bir süre sonra devasa tekstil firmaları teker teker battı, canlı şahitlerden biriyim.
Bu linke tıklayarak,  sadece 2008 yılında kapanan iplik fabrikalarını ve bu olayın nedenlerini görebilirsiniz.
 Sayın bakan, çalışan milyonlarca insanın akıbetinin ne olacağını düşünmeden, sektörü bir kalemde çizdi attı! Ne kadar içler acısı bir durum değil mi sizce de! 
 Eskiden tarım üretimleriyle, kendi kendine yeten ülke olması ile övünç duyulan yurdumuzda,  pamuk dışarıdan ithal edilmeye başlandı. Girdi maliyetleri, ssk ve vergi oranları hızla artarken, düşük kur politikaları ise ihracatçının her geçen gün hızla kan kaybetmesine neden oldu.. Kur düşük olunca, emekle üretip ihraç eden değil; oturduğu yerden ithal edip üzerine  yüksek kârlar koyan tüccarlar ise kısa sürede zengin oldular. Çin ve Uzak Doğu'nun  zorlayıcı  fiyat rekabetine  önlem alınmaması ise olayın tuzu biberiydi. Olan tabii ki tekstilde çalışan insanlara, üretime  ve ülke ekonomisine katkıda bulunmaya çalışan sanayicilere oldu, sayın bakana bir şey olduğu yok ki! 

"Sanki bu ülkede seri füze üretiliyor, ağır sanayide çağ atlamışız, dünyadaki markalara fason imalat yapmaktan öte üretimlerimiz varmış;  sanki her sene onlarca yeni fabrika açılıyormuş, katma değerli imalata geçmişiz gibi;  milyonlarca insanın ekmek teknesi olan tekstil sektörünü bakan kolayca aşağılayabiliyor" diye düşünmüştüm kızgınlıkla o zamanlar..  Bu gün, internette gezinirken bir de ne göreyim! 
Aynı sayın bakan, milyonlarca çalışanı etkileyen bu tarihi gafından yıllar sonra, yani 22 temmuz 2013 günü yine inciler döktürmüş. Diyor ki:

2013'te ürettiğimiz mini uydunun 1 kilosu = 6 ton tekstil değerindedir. Katma değer zincirinde yükselmeliyiz
 İşte buyrun,  bu açıklamalara tesadüfen rastladığım bir haber sitesinde buraya tıklayarak kendi gözlerinizle  okuyun! 

 Sormak isterdim sayın bakana,

 "Binlerce insanın işini kaybetmesi, çalışanların ise maaşlarının her geçen gün daha da erimesi,  yüzlerce fabrikanın kapanması size bir şey ifade ediyor mu acaba? Tekstil sektörünün yerine hangi sektörü koydunuz, inşaatı mı? İnşaat ve imalat arasındaki ayrımı fark edebiliyor musunuz?   Yoksa siz, sadece kasaya giren paraya mı bakıyorsunuz, peki ama ya insanlar ne olacak?" 

 Uydu üretmişiz bir tane, 6 ton tekstil değerindeymiş!!

Bir sektörün yok olup gitmesi, ayakta durmaya çalışan tekstil fabrikalarındaki maaşların her geçen gün kötüye gitmesine yakından şahit olduğum için,  sayın bakanının gelir durumunu kabaca araştırayım dedim.

2008 yılında çıplak olarak ( harcırahlar, ek ödenekler, özel sağlık sigortaları, bedava cep telefonu görüşmeleri, ev kiralarının devlet tarafından ödenmesi ..vs hariç) sayın bakan ortalama 8876 TL alıyormuş. Bu günse eline 12070 TL maaş + 8000 lira civarında emekli maaşı ile birlikte çıplak 20.000 lira civarında ve belki de daha fazla para geçiyor. Çünkü bilmeyenlerinize hatırlatayım, milletvekilleri yaşları ne olursa olsun, 2 yıl çalıştıktan sonra emekli olabiliyorlar. 25 yaşında vekil ol, 2 sene çalış ve yıllarca çalışan bir çok kişinin rüyasında göremeyeceği bir maaşı ömür boyu al, istersen yan gel yat! Ya da vekilliğe devam et, hem maaşın hem emekli maaşın çalışsın!  Yağma Hasan'ın böreği!  Sakın bana "politika yapıyorsun " falan diye eleştiride bulunmayın.. Sağcı, solcu, ortacı her kim olursanız olun, bu durumu onaylayacağınızı sanmıyorum çünkü...

 Çalışanlar %3 -4 zammı ancak alırken veya bırakın zammı, aynı maaşa çalışırken; bırakın çalışmayı iş bulamazken;  vekil maaşları ne güzel katlanıyor, farkında değil misiniz?

Sayın bakan hiç kusura bakmasın, can çekişen tekstil sektörüne hâla dil uzatmaya devam ediyorken, naçizane ben de kendilerinin gelir durumuna şöyle bir bakayım dedim..

Aslında ben bu gün sizlere home-office çalışmanın artı-eksilerini anlatacaktım, konu tekstille başlayınca tutamadım kendimi.. Mesleğimi gereğince yapamıyor olmaktan muzdaripliğim depreşti.. Konu nerelere vardı kendiliğinden! 

Sürç-i lisan edip kafanızı şişirdiysem affola..

Her şeye rağmen sinirlenmeden geçireceğiniz günlerde, siz yine de sevgiyle kalın..






Devamını Oku

22 Ekim 2013 Salı

Bumerang Yarışması'nda oylarınıza talibim!



Aslında yarışma başladığında başvurup başvurmama konusunda emin olamadım. Benimkinden çok daha eski, çok daha güzel, çok daha fazla takipçisi olan, çok daha faydalı bloglar varken kazanma şansımın çok az olduğunun farkındaydım..

Ama yarışma heyecanını yaşamadan, olayın dışında kalmak da istemiyordum.. Başvurdum, tam da bayram seyehatindeyken başvurumun onaylandığı haberiyle sevindim.
Şimdi efendim, naçizane oylarınıza talibim..

OYLAMA İŞLEMİ ÇOK BASİT!
Aşağıdaki resme tıklıyorsunuz, karşınıza gelen ekrana cep telefon numaranızı yazıyorsunuz. Sonra da cep telefonunuza gelen doğrulama kodunu oylama ekranına yazıyorsunuz. Hepsi bu kadar! 
OYLAMA İÇİN ÜCRET ÖDEMİYORSUNUZ!

CEP TELEFON NUMARANIZ,
HÜRRİYET GAZETESİ GÜVENCESİNDE

3.KİŞİLERLE PAYLAŞILMIYOR!

Bakalım Evdeyazar, ne kadar çalışkan bir blogmuş, hep birlikte göreceğiz..

Oylarınız için şimdiden teşekkürler:)

Bumerang Ödülleri Oy Ver!
Devamını Oku

21 Ekim 2013 Pazartesi

Anadolu Kasabası'nda bayram ve düşündürdükleri..

      Uzun bir ara oldu yazmayalı. Acaba beni merak edenler olmuş mudur? Aslına bakarsanız ben merak ettim en çok kendimi. Çünkü ziyaretlerin ötesinde, biraz da içsel bir yolculuktu bu dokuz günlük tatil. Ruhsal olarak sarsıldım sanırım, dönünce de gitmedi elim bir iki gün tuşlara.. Yani demem o ki, biraz hüzün kokan bir yazı ile “tekrar merhaba” diyeceğim sanırım sizlere.. Bakalım nereye götürecek hem sizleri hem de beni sözcükler?
Bu bayram, çocukluğumun geçtiği kasabaya düştü yolum. Arife günü akşamı yola çıktığım için yollar boştu, hatta yolun yarısından sonra otobüste yanım da boştu. Tam da sevdiğim gibi.. Koltuklar rahattı, ayaklarımı istediğim gibi uzatabildim; otobüsün içi anlamsız derecede soğuk değildi, üşümedim. Cam kenarında yeşilin bin bir çeşidi, kızıllar ve sarılar insanın başını döndürürcesine uzanıyordu.. Yanımda “nerelisin, ne iş yapıyorsun, kaç gün kalacaksın?..vs” şeklinde gereksiz sorular soran meraklı biri de yoktu.. Ruhumun derinlerine özgürce inebildim saatlerce..
     Otobüs yolculuklarını severim, zamansız ve mekansız hissederim kendimi. Arabada otururken kente uzaklaşmak, uzaklaşırken kendime yakınlaşmak iyi gelir. Genelde gideceğim yere böylesi içsel bir yolculukla zamanlar ve mekanlar ötesi varır; dönerken de kitap okurum bütün bu devinimlerin ağırlığını atmak için.. Öyle de oldu.. Çantam ağır olduğu için yanıma kitap almamıştım, dönüşte evde bulduğum Orhan Kemal'in Cemile'sini yolculuğun ilk iki saatinde bitirdim.. 152 sayfaydı, keşke biraz daha uzun olsaymış roman dedim kendi kendime.. 1934 yılında Çukurova'da bir dokuma fabrikası, o fabrikada işçiler, o işçilerin içinde güzeller güzeli Boşnak kızı Cemile öyle iyi geldi ki bana.. Yıllar önce staj yaptığım dokuma fabrikasındaki pamuk tozları geçti kitap boyunca gözümün önünden.. Bir roman ve bir insan hikayesi daha kazındı belleğime.. Cemile'nin çorap yamayan babası, Cemile'nin sevdalı olduğu katip ve Cemile'ye vurgun olan Deveci Halil'in katip için kitap boyunca bir kaç kez tekrarladığı o cümle:
Otuz kaat maaşınan avrat mı sevilir?”
.....
     Kasabaya vardığımda, keskin bir kömür kokusu doldu genzime.. Üzüldüm, çünkü benim çocukluğumda doğduğum kasabanın adı "yeşil" ile başlayan bir isim tamlaması olarak anılırdı. Dört tarafı dağlarla çevrili bu küçük kasabada bütün evler iki katlı ve bahçeliydi, havasını söylemeye bile gerek yok!  Seksenli yılların başında başlayan beş katlı apartman furyası öylesine bir noktaya gelmiş ki, artık kasabada iki katlı ve bahçeli ev sayısı bir elin parmaklarıyla gösterilecek kadar azalmış.. Sokaklar dar, bu yüksek binalar da rüzgarı kesiyor doğal olarak. Geriye kalansa boğazı yakan kömür kokusu ve birbirine benzeyen ruhsuz evlerin sıradanlığı.. İstanbul'daki çirkin gökdelenleri düşününce bu beş katlı evcikler size belki de güzel bile gelecektir düşününce.. Evet, bazen öyle şeyler dayatılıyor ki bizlere, kötünün iyisine razı olmak durumunda kalabiliyoruz. Oysa iyinin daha iyileri de var, oysa layık olduğumuz türlü güzellikler var.. Ne yazık ki alışıyoruz kötünün en kötüsüne, iyinin daha iyisini hayal bile edemiyoruz bir süre sonra!
Anadolu'da-bir-koy-yolu

     Bayram sabahı mezar ziyaretleri için gittiğimiz köyler, biraz olsun nefes almamı sağladı nitekim.. Döne döne çıkılan köy yolları yemyeşildi, içim huzur doldu.. Oralarda yaşasam dedim kendi kendime, sonra da yıllardır hayalini kurduğum sahil kasabası fikri geldi aklıma.. Evet, ben iyinin de iyisini isteyebiliyorum hala.. Yani yeşil yetmiyor, biraz da mavi lazım..

     Yaşamın kaynağı sudur ya, Anadolu'da çoğu kasaba da bu evrensel gerçek doğrultusunda su kenarında kurulmuştur.. Bizim kasabada da böyle bir ırmak var, iyi ki de var.. Irmak kenarı türlü ağaçlarla bezeli ve çamurlu da olsa derenin sularına yansıyan yeşilin gölgesi bir nebze olsun unutturuyor bacalarından kömür püsküren, beş katlı ruhsuz binaların çirkinliklerini..
kasabanin-irmagi


     İçsel yolculuk demiştim.. Ben öyle sık sık gitmem doğduğum kasabaya, bazen senede bir, bazen de iki senede bir.. Bu süre içinde yaşam değişir, insanlar yaşlanır, çocuklar büyür.. Sanki kendim hiç değişmemişim gibi bu olan bitene şaşkınlıkla bakarım, içim burkulur. Orada bir yerlerde bildiğimi zannettiğim bir yaşam, kendi akışında yol almaktadır. İnsanların bana çok uzak kaygıları, kendilerince alışkanlıkları, kendilerince öykünmeleri, kendilerince mutluluk ve mutsuzluklarını görünce, yabancılaşmanın doruklarında hissederim kendimi.. O filmin hem içindeyimdir, hem değilimdir.. Aidiyet hissedemem, aitsiz olma duygusu da ağırdır.. Çetrefillidir benim için kasabaya olan ziyaretler anlayacağınız.. Buruktur, hüzünlüdür, ama bir taraftan da özlem giderildiği için neşelidir; karışık hissiyatlara sürüklenirim hep.. Bu sefer de öyle oldu.. Bu sefer de ağırdı.. Ama belli etmedim elbette.. İlk kez burada sizlere döküyorum içimi.. Espriler yaptım, her ikram edilen kalem gibi sarmayı, tereyağlı tatlıyı, böreği afiyetle yedim.       Anlatılanları can kulağıyla dinledim, dertleri dinledim, kasaba dedikodularını dinledim.. Ama benim anlatacak hiç bir şeyim yoktu, çünkü anlatamazdım.. “İşlerim yolunda, keyfim yerinde, hayat öylesine akıp gidiyor” demekten başka şeyleri dile getiremezdim.. Çünkü orada dünya o kadar farklı ki!  Orada benim televizyonumda asla açılmayan kanallardaki asla izlemediğim programlar hakkında konuşuluyor, orada insanların temel yaşamsal kaygıları gerçekten de üst boyutta ve dışarıdan bakan birisi için gerçeğin tüm sıcaklığı bir alev gibi insanın yüzüne vuruyor.. Orada insanların çoğunun işi yok, çünkü büyük şehirlere AVM'ler, yollar, köprüler yapan devlet, oraya sadece seçim mitingi yapmak için gidiyor. Orada asgari ücretle çalışmak bile gururla anlatılacak bir konu olabiliyor. Orada insanlar kasabanın en sevilen doktorunun tayini çıktığı için üzülüyorlar!
Elbet bizim ulaşamayacağımız güzellikler de var.. Çat kapı birbirlerine gidiyorlar, her gelene Allah ne verdiyse sofralar kuruluyor. Yaprak sarmasını üç beş komşu bir araya gelip yapıyor, bayram temizliğinde birbirlerine yardım ediyorlar.. Mahallede biri evlenecekse, birinin çocuğu olacaksa hep birlikte yapıyorlar hazırlıkları.. Çaydanlığın altı hiç sönmüyor, çünkü insanlar birbirlerine ziyarete gidiyorlar.. Bu güne kadar evime çat kapı gelen birini bilmiyorum oysa ben, öyle bir şey yapsalar da sanırım rahatsız olurum. Büyük şehirde yaşayan , a-sosyal, kendi dünyasından taviz vermeyen, sıradan biriyim ben.. Apartmandaki komşuların evine ne giderim, ne de bana gelmelerini isterim. İçimdeki kasabalı kişilik ancak oralara gittiğimde açığa çıkıyor. İşte bunu da kaldırmak cidden o kadar ağır ki!
Yok yok, ne öylesi ne de böylesi.. İkisinin karışımı bir yaşam istiyorum sanırım.. Hep diyorum ya, benim bakış açımdaki insanlarla kaynaşabileceğim bir sahil kasabasında yaşamalıyım.. Ne büyük şehrin yalnızlığı, ne de Anadolu kasabalarındaki iç içe geçen hayatlar.. Her şey dozunda ve ölçüleriyle olmalı..
Bu yolculuktan çıkardığım sonuç, bir kek tarifi gibi aslında.. Bir ölçü yalnızlık, iki ölçü özgürlük, dolu dolu sevgi, alabildiğince kültürel malzemeyi yaşam kabında karıştırıp, üzerini maddi kaygılar duymayacak kadar parayla süslemek ve geleceğe umutla bakılabilecek denizin mavisine karşı, yeşil bir bahçede keyifle tadına varmak.. Yaşam kısa çünkü..

Sevgiyle ve hayallerle kalın..
Devamını Oku

14 Ekim 2013 Pazartesi

Ne zaman bayram gelse...

mutlu-bayramlar


Ne zaman seyehate çıksam, biletimi son ana bırakırım. Bu sefer öyle yapmadım, otobüs biletlerim hazır.. Hem gidiş, hem de geliş! 
Ne zaman seyehate çıksam, çanta hazırlama işini de son ana bırakırım. Bu sefer de öyle oldu.. Bir kaç saat sonra yola çıkacağım, ama ortada henüz bir çanta yok! Zaten bavul taşımayı da hiç sevmem. Yanıma gereksiz gördüğüm hiç bir şeyi almam. 
Ne zaman seyehate çıksam, içimi saatler öncesinden yolculuk heyecanı kaplar, bu sefer nedense böyle bir heyecanım da yok..
Ne zaman seyehate çıksam, yanıma mutlaka bir kitap alırım, bu sefer yine hazır kitabım.. Sarık ve İstanbulin.. Sevgili "Şimdi Duydum" bloğunun çekilişinde kazanmıştım, dün başladım okumaya.. Ben böylesi akıcı tarih kitabı okumadım daha önce, Osmanlı'ya Avrupa'dan objektif bir bakış açısı.. Çok güzel..
Ne zamandır bayramları geleneksel tarzda geçirmemiştim, genelde bir yere gitmiyordum. Bu sefer öyle olmayacak. Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperek geçecek bu bayram.. En çok sevindiğim şeyse itiraf edeyim, kalem gibi sarılmış zeytinyağlı dolmalar, bol cevizli ev baklavaları, su börekleri, mis gibi tarçın kokan bayram çörekleri ile donatılan bayram sofralarında yer alacak olmam!  


bereket-kusu

Ne zaman bayram ziyaretine gitsem, çikolata götürürdüm, bu sefer değişiklik yaptım.. Bu el yapımı kelaynak kuşlarından aldım gideceğim evler için.. Bunların adı bereket kuşuymuş. Rivayete göre Nuh peygamber, tufandan sonra 3 kuş türünü serbest bırakmış:

Barış için güvercin,
    Yeni bir çağ için kırlangıç
        Bereket içinse kelaynak kuşları

Hatta kelaynak kuşlarının nesli tükenirse  kıyametin kopacağına inanılırmış halk arasında.. Bilmiyordum, yeni öğrendim ben de! Hem anlamlı hem de çok  güzeller bence.. Bakalım 5 ayrı eve aldığım bu hediyeleri ev sahipleri de beğenecek mi?

Yani demem o ki;  Evdeyazar, cumartesiye kadar "evdeyazmaz" olacak.. Bayramda da "yazmaz" olacak nitekim..

 Gönlünüzce, hayalinizdeki gibi, çocukluğunuzun güzel anılarını hatırlatan  bir bayram geçirmenizi diliyorum..

Bir hafta sonra görüşmek üzere,
Sevgiyle kalın,
Mutlu bayramlar..



Devamını Oku

10 Ekim 2013 Perşembe

Konuk Yazar Gününde KONU: Kadınlar Hakkında Gülümseten Tespitler

 Bu gün sizlerle Travel-Spree bloğunun kaleminden, keyifle okuyacağınızı tahmin ettiğim "Kadınlar" hakkındaki yazıyı paylaşıyorum.. Ben gerçekten çok keyif aldım yazıyı okurken, sizlerin de beğeneceğinize eminim. Kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum bloğuma konuk olup renk kattığı için.. 


KADINLAR HAKKINDA GÜLÜMSETEN TESPİTLER

Konuşmaktansa düşünmeyi seven bir insan olduğumdan başkaları konuşurken genellikle dinlerim ve kendimce tespitler yaparım. Bazen tespit ettiğim şeyler yüzünden içimden kıs kıs gülerim, yüzüme yansımaması ve karşımda konuşanın fark etmemesi için yanaklarımı ısırıp dururum.. Eh kadınların çoğunlukta olduğu bir ofiste çalıştığım için kadınlarla ilgili de bir takım tespitler yapmam kaçınılmaz oluyor tabii ki! Size şöyle söyleyeyim ki, her gün bir yenisi ekleniyor bu tespitlere.. 
diyetteki-kadin


Yediklerini içtiklerini, aldıkları ve verdikleri kiloları gram gram hesap ederler ve anlatırlar.
-Ay dün akşam yemekten sonra yarım su bardağı kola içtim, 3.5 tane de acı badem kurabiyesi yedim.. Bu hafta 450 gram vermişim” gibi..


Sevgililerine beğendikleri bir
sevinen-kadin
şeyi hediye olarak aldırabilmek için kırk takla attıktan sonra, sanki hiç haberleri yokmuş da sevgilileri kendiliğinden beğenip almış gibi anlatıp gösteriş yapmaya bayılırlar.
“-Ay baksana, sevgilim bana Louis Vuitton’dan şu çantayı almış. Çok güzel değil mi ? Bayıldım!“gibi..



dedikoducu-kadin
Etraflarında olan alakalı-alakasız her türlü olay onları derinden ilgilendirir, her şeyi bilmek zorunda hissederler kendilerini.
“-Ayşe bugün işe geç geldi. N'oldu acaba ya?” gibi..

Diğer kadınların üstlerinde başlarında ne varsa tepeden tırnağa süzerler.
“- Baksana Ayşe’ye kayın validesi düğününde ne takmış.. Bu fiyatta bir şey takılır mı hiç; cimrilik resmen! “ gibi.. (Bu sırada açar bilmem ne pırlantanın web sitesini, hediye takılan şeyin aynısını bulur ve hemen fiyatına bakar!)

zeki-kadin

Okuldayken sınav sabahı sınıfa gelirler ve bir önceki akşam kitabı yalayıp yuttukları halde “Ay hiç çalışamadım ben ya. Ne sorar ki acaba?” gibi şeyler söylerler. Hani amaç “Off bu kız çok zeki ya! Baksana çalışmadan 90 alıyor.” dedirtmek..


çekici-kadin

İlgi kendilerinden başka bir kadın üzerine kaydığı zaman deli olurlar, hemen tekrar ilgi odağı olmaya çalışırlar.

Birbirlerine karşı genelde son derece yapmacıklardır.
Saçlarını kestiren bir arkadaşına “Ay ne kadar güzel olmuş. Vallahi yüzüne çok yakışmış” derken, içlerinden “Iyyy çok aradı mı bunu kesen kuaförü acaba!” diyebilirler.



ev-kadini
Birbirleriyle her daim titizlik ve hijyen yarışına girebilirler.
"-Ben aslaaa yıkadığım sebze ve meyveleri mutfak evyesinin içine koymam"
 "-Ben aslaaa her sabah klozete domestos dökmeden evden çıkmam"
"-Ben aslaaa iç çamaşırlarını ve diğer kirli çamaşırları aynı anda makinede yıkamam"
"-Ben aslaaa toz bezi ile mutfak bezlerini karıştırmam" gibi..

Evleri bal dök yala olsa bile bir misafir geldiğinde “Dağınıklığın kusuruna bakma n’olur” derler.
 Burada da amaç “Aman ne düzenli, titiz bir kız. Bu eve bile dağınık diyor yahu!” dedirtmektir.

medgul-kadin
Muayyen günlerindeyken yanlarına yanaşılmaz, pek dengesiz olurlar.

Şikayet etmek doğalarında vardır.

Sevgililer gününde “Yok ya sevgililer gününün benim için hiçbir anlamı yok. Bugün de hediye almak zorlama gibi oluyor. Popüler kültüre karşıyım.Sevgilimden hiçbir beklentim de yok." deyip bütün gün çiçek, hediye, sürpriz vs. beklerler. Bekledikleri sürpriz gelmeyince de bir dolu trip atmaları kaçınılmaz olur.

Bazıları yemek yapmadıkları halde mutfak dolapları düdüklü tenceresinden el rondosuna kadar çeşit çeşit mutfak alet ve edavatı ile doludur.



Bir maili 10 dakikada yazarlarsa bir 30 dakika da CC’ye kimleri koyacaklarını düşünürler, 1 saatlik toplantının ardından 3 saat boyunca toplantı raporu yazarlar.

Ama yine de hayat onlarsız çekilmez bence. Siz ne dersiniz ?


Yazar hakkında:
Yazmaya ve gezmeye tutkun bir mühendis.
Üniversite sınavını kazanıp İstanbul’a yerleşmemle birlikte keşfettim gezmeyi, yeni yerler görmeyi, değişik kültürler tanımayı, yeni lezzetler tatmayı ne denli sevdiğimi.
Yazmaya olan tutkum ise henüz ilkokul sıralarındayken başladı. O zamanlar günlük tutuyor, gün içerisinde yaşadıklarımı defterime aktarıyordum. Ortaokula gelince İngilizce öğrenmeye başladım ve dünyanın dört bir tarafından mektup arkadaşları edindim. Hem yeni kültürler tanıdım hem de doyasıya yazdım, yazdım ve yazdım. Kendi ülkemi ve memleketimi başka kültürlerden insanlara tanıtmaya çalıştım.
En sonunda bu iki büyük tutkum bir gezi blogunun açılmasına vesile oldu. Şimdi farklı bir ülkeye veya şehre gittiğimde gezerken, yeni lezzetler denerken bir yandan notlar alıyor, daha sonra aldığım notları bir yazıya dönüştürerek deneyimlerimi blogumda paylaşıyorum.
http://travel-spree.blogspot.com






Devamını Oku

8 Ekim 2013 Salı

Teknoloji Harikası Yataklarda Büyük İndirim...


İyi uykunun, sağlıklı yaşamın olmazsa olmazlarından biri olduğuna inanan İşbir Yatak, herkes sağlıklı uyusun diye yaptığı Büyük İNDİRİM KAMPANYASI ile 2013 yılına damgasını vurdu...



Yaşamımızın 3’te birini uykuyarak geçiriyoruz…

Uyku, nefes almak, yemek yemek ve su içmek gibi sağlıklı bir yaşam için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Vücudun kendisini yenilediği dönemdir. Bu yenilenmeye izin vermezseniz bedeniniz ruhunuzdan önce yaşlanır. İyi yaşamanın, huzurlu ve sağlıklı olmanın yolu, her şeyden önce iyi bir uykudan geçer. İyi bir uyku içinse doğru yatağı seçimi çok önemlidir. Doğru bir yatak, vücudun doğal omurga eğrisini korumasına yardımcı olurken, yanlış seçilmiş bir yatakta uyumak, kaslar, sinirler ve damarlar üzerinde baskı yaparak bel ve sırt ağrılarının oluşmasına neden olabilir. Yaşamımızın 3’te birini geçirdiğimiz uyku ortamı aslında en fazla yatırım yapmamız gereken alanlarından biridir.


İşbir Yatak, uyku sağlığının sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerinden olduğu inancıyla, yatak ve uyku konforuna dair kaliteli, sağlıklı ve teknolojik ürünler üretiyor. İlk olarak NASA tarafından geliştirilen viskoelastik malzemeyle, 5 yılı aşkın ar-ge faaliyetlerinin ardından, yatak sektöründe devrim niteliğindeki “VİSKOELASTİK AKILLI YATAK VISCOSTAR”ı üreten İşbir Yatak uyku sektörüne kazandırdığı diğer teknolojilerle de, Türkiye’de yatak sektöründe kalite ve sağlık bilincinin hızla ilerlemesinde önemli role sahip.


Güne dinlemiş, dinç, keyifli ve mutlu hissederek başlamak için kaliteli uykuyu seçin...

Son yıllarda uyku konforuyla ilgili artan sağlık bilinciyle birlikte tüketici eğilimlerinin değişim gösterdiği gözlemleniyor. Günümüzde artık tüketici yatmak için herhangi bir yatak seçmek yerine, özellikleriyle kişisel ihtiyaçlarına en doğru çözüm olacak bir ürün seçmeyi tercih ediyor. Tüketiciler, yatağın bir sağlık ürünü olduğu farkındalığı ile, tercihini, ucuz ve sağlıksız ürünlerden, özellikli ürünlere kaydırmaya başlamış durumda.

Sağlıklı bir uyku için gereken tüm teknolojiler İşbir Yatak’ta…

İşbir Yatak, misyon olarak benimsediği, “dünyada gelişen teknolojiyi sektöre adapte etme” ilkesi doğrultusunda, ürettiği üstün teknoloji yataklar ile sağlığına ve konforuna önem verenlerin birinci tercihi. Kullandığı “açık hücreli visko teknolojisi”, sadece İşbir Yatak için Türk mühendisleri tarafından üretilen patentli “polimer yay teknolojisi”, tüm yataklarda kullanılan ve ultra hijyen sağlayan lisanslı “Quallofil® Allerban®” dolgu teknolojisi, yatakların lavanta kokmasını ya da A,C ve E vitamini deposu olmasını sağlayan özel “nanoteknoloji” ile üretilmiş yatak kumaşları, anti-stres etkiye sahip yatak, at saçı yatak, hindistan cevizi özlü yatak, masaj yapan yatak, sporcular için özel nem tutmayan, dolayısıyla uykuda terleme sorunu önlemeye yardımcı olan yatak, yatak kliması gibi yeniliklerle, her anlamda ve her zaman pazarda yatak modasının öncüsü konumunda.



Teknolojik yatak denince akla ilk olarak İşbir Yatak geliyor....

İşbir Yatak, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında konusunda uzman kurum ve kuruluşlarla işbirliği halinde olmaya devam ediyor ve ürünlerinde kullandığı tüm teknolojileri laboratuvarlarda test ettirip sertifikalandırıyor.

İşbir Yatak’tan “herkes sağlıklı uyusun” diye, yatak sektöründe yıla damgasını vuran büyük İNDİRİM KAMPANYASI

*VISCOSTAR Viskoelastik Akıllı Yataklarda %30 (ErgoPlas Polimer Yaylı Viskoelastik Akıllı Yatak hariç), Pocket Spring Paket Yaylı Yataklar (Elite Pocket Ergonomik Ortopedik Paket Yaylı Yatak hariç) ve Lateksit Ergonomik Yaysız Yatak grubundan CocoDream Hindistan Cevizi Lifli Organik Yatak ve Troia At Saçı Yatakta %20 indirim yapılmaktadır. Diğer tüm yataklarda (Açelya, Ekoyat ve bebek yatakları hariç) tek kişilik yataklara 1 adet, cift kişilik yataklara 2 adet Promed yastık bedelsiz olarak verilmektedir. Kampanya, 1 Eylül – 31 Ekim 2013 tarihleri arasında kampanyaya katılan İşbir Yatak Uyku Merkezleri’nden yapılan alışverişlerde geçerli olacaktır.



**Görselde, kampanya kapsamındaki  Comfort Viskoelastik Akıllı Yatak  kullanılmıştır.

***Görselde belirtilen fiyat Comfort Viskoelastik Akıllı Yatak için tavsiye edilen KDV dahil peşin fiyattır. Bu tutara baza ve başlık dahil değildir. (Görseldeki baza seti: Neruda Set – Döşeme: efes – Renk: antrasit düz )

Unutmayalım... Hayatta bize sunulmuş en güzel hediye, yeni bir güne uyanmaktır...

İşbir Yatak


Online sipariş verebileceğiniz web sitemiz: www.isbiryatak.com

Bizi takip edin, kampanyalardan ve yeni ürünlerden ilk siz haberdar olun.
www.facebook.com/isbiryatak
www.twitter.com/isbiryatak


Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

7 Ekim 2013 Pazartesi

Kombi sezonu erken açıldı!

kombi-sezonu
görsel alıntıdır



Dün bir espri gördüm, çok da hoşuma gitti. Espride:

Şu Ekim'e bir şey söyleyin, kendisini Şubat sanmasın!”

diyordu yaratıcı mizah ustası anonim şahsiyet! Tam da önümüzde 9 günlük bayram tatili varken olacak şey mi şimdi bu? Psikolojik olarak kışın geldiğine her ne kadar hazır hissetmesem de kendimi, son 3-4 gündür kombiyi yakmaya başladım mecburen..
Oysa ben sonbaharı çok severim şu yazımda da belirttiğim gibi. İnce hırkalarla dolaşırsınız ama kombiye ihtiyaç duymazsınız. Romantiktir  sonbahar, farkındalık mevsimidir.. Bunları hissedemedik bile, kış ne zaman geldi anlayamadık maalesef!
Bu sene ekim ayı bizimle kendi çapında resmen dalga geçti, Bolu Dağı'na kar bile yağdı geçenlerde.. Sürücüler hazırlıksız yakalandıkları için trafik de darmadağın oldu haliyle..
Her sene kış başlangıcında  soğuklar bastırdığında, kombiyi yakmadan önce “bir bakım yaptırsam” derim, sonra da  genelde vazgeçerim bu düşüncemden.. Bu sene de öyle oldu nitekim, kalorifer peteklerindeki fazla suyu kendi çapımda boşalttım, kombi bakımı da böylece hallolmuş oldu, mis gibi yanıyor nihayetinde..
Neden?” diyeceksiniz şimdi, hatta içinizden evhamlı olanlar “Ama bu tehlikeli, kombi bakımı şart!” diyecek..
Çünkü ben servis, tamir işlerine hiç güvenmiyorum da ondan!  Dört sene önce kombinin bakımını yaptırmıştım güya, bakım yapıldıktan bir hafta sonra bozulmuştu bizim taş gibi çalışan kombimiz! O günün parasıyla yanılmıyorsam borularının arasına 150 lira gibi hiç de fena olmayan bir meblağ sıkışmıştı çünkü!
Ne demek istediğimi anladınız siz, bu tamirci milleti biz işten anlamadığımız için küçük bir parçayı gevşetiyor ya da yerinden oynatıyor, dolayısıyla biz de onlara muhtaç oluyoruz.. Yanlış anlaşılmasın, işini çok iyi yapan, çok dürüst, çok da sevdiğim ustalar var elbette.. Mesela mahalledeki su tesisatçısı Vural Usta'yı konusunda tek geçerim.. Ama maalesef kendisi kombi işlerinden anlamıyor! Anlasa her sene bakım yaptırırdım hiç şüpheniz olmasın! Yani demem o ki, tanıdık olmayınca güvenemiyorum bu servisçi milletine..
Yan sanayi, onların da ekmek kapısı neticede.. Yılda bir kere iş yapacaklar diye artık vicdanlarına göre hareket ediyor çoğu.. Hatta pazarlama faaliyetleri de müthiş! Geçenlerde ev telefonu çaldı şaşırdım, normalde bir iki arkadaş haricinde kimse aramaz oradan.. Neyse bir kombi servisi arıyordu, kampanya yapmış da, bakım yaptırmayacak mıymışım? “Hayır yaptırmayacağım” dedim..
Sonra içime bir kurt düştü, araştırdım internetten, yıllık kombi bakımında şunlar yapılırmış:
  • Cihazın tozlarının temizlenmesi
  • Filtrenin sökülüp temizlenmesi
  • İmbisat deposu hava kontrolü, ne demekse artık bu da?
  • Çakmak ayarlarının yapılması
  • Sıcak su akışının kontrolü
  • Peteklerin iyi ısınıp ısınmadığına da bakılırmış.
  • Baca varsa, çekişine bakılırmış..

Bunları okuyunca biraz içim rahatladı, yani bu sene de bakımsız devam edeceğiz bakalım..

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? 


















Devamını Oku